Sakine Sallabaş I Nisan 2024
Anne babalara “Hangi çocuğunuzu daha çok seviyorsunuz?” diye sorulduğunda ailelerin nasıl tepki verdiğine şahit olmuşsunuzdur. Neredeyse tüm ebeveynler evlatlarını birbirinden ayıramayacağını söylerler. Ancak başka konuşmalarda, “Küçük kızım bir başka”, “Ortanca oğlum bebekliğinden beri çok uysal, beni hiç üzmedi”, “Büyük kızım annesinin can yoldaşı, her şeyi beraber yaparız” gibi ifadeler duyulduğunda, çocuklar arasında sevginin adil bir şekilde sunulup sunulmadığı sorusu akıllara gelir. Aileler muhakkak tüm evlatlarını severler, ancak sevginin yanında çocuklara karşı sergiledikleri tutumlar, onların özelliklerine ve karakterlerine gösterdikleri kabul ve onay da önemlidir.

Örneğin, çok sosyal ve girişken bir annenin iki çocuğu olduğunu düşünelim. Büyük kızı annesi gibi dışa dönük, herkesle hemen konuşup kaynaşan bir çocukken küçük kızı içe dönük, sessiz ve sakin bir yapıya sahip olsun. Anne tabii ki ikisini de çok sever ama sizce her ikisine de eşit kabul ve muamele gösterebiliyor mudur? Hayata kendi penceremizden bakma eğilimimizin bir neticesi olarak bu anne dışa dönük olan çocuğunu daha normal, daha iyi, daha yeterli görebilir. Daha sakin ve sessiz olan çocuğunu ise içine kapanık, sosyal açıdan yeterli olmayan ve geliştirilmesi, değiştirilmesi gereken bir çocuk olarak görebilir. Böylelikle çocuğun fıtratından kaynaklanan özellikleri, “Haydi, ablan gibi git, kaynaş arkadaşlarla”, “Kızım sen de okulda neler öğrendiğinizi teyzelere anlatsana” gibi ifadelerle değiştirilmeye çalışılabilir.
Peki, aynı iki çocuğun annesi içe dönük, kendiyle baş başa kalmayı seven, insanlarla kolay kolay kaynaşamayıp sadece çok yakın olduğu dostlarıyla zaman geçirmekten hoşlanan bir anne olsaydı ne olacaktı? Yine büyük çocuk kabul edilen, küçük ise değiştirilmesi gereken çocuk olmaya devam eder miydi, yoksa tam tersi mi olurdu? Bu kez de muhtemelen anne, küçük kızın mizacı kendisine benzediği için onu daha iyi anlayıp kabul edecek ve ondan bahsederken “Küçük kızım öyle herkesle hemen arkadaş olmaz, çok seçicidir, birkaç tane yakın dostu vardır, özellikle onları sever” diye onu övecekti. Büyük kızından bahsederken ise “Ayy, o herkesle hemen tanışır, parkta bile hemen bir arkadaş bulup onunla oynar. ‘Kızım tanımadan etmeden hemen herkesle konuşma’ diyorum ama dinlemiyor ki! Misafirliğe gitsek herkese koşup sarılıyor, okulda neler yaptığını anlatmaya başlıyor…” diyerek bu özelliklerin kabul görmediği hissini verecekti.
İki senaryoda da çocuklar aynı olduğu halde, nasıl oluyor da birinde daha iyi olan çocuk, diğerinde daha fazla eleştirilebiliyor? Çocukların anlaşılmak ve kabul görmek için mutlaka anne veya babaya benzemeleri mi gerekir? Ellerinde olmayan, Allah Teala’nın (celle celaluhu) doğuştan verdiği fıtrat ve mizaç özellikleri, bunlara bağlı gelişen ilgi alanları, zevkleri ve karakter özellikleri için çocukları eleştirmek, eksik ya da kusurlu hissettirmek, bir çocuk için en yaralayıcı tutumlardan biridir. Çünkü anne ve baba tarafından kabul görmeyen, onaylanmayan, burun kıvrılan, “neyse” denilen çocuk, kendisinin kusurlu olduğu fikrini zihninin derinliklerinde oluşturmaya başlar. Bir süre sonra kusurlu olduğundan emin olur. Yetişkinlik çağında ise ne yaparsa yapsın; ne kadar güzel, zengin, başarılı ve mükemmel olursa olsun, kalbinde kendinden asla memnun olmayan ve kusurluluk hissinin oluşturduğu boşluğu asla dolduramayan bir bireye dönüşebilir.
Çok acı ve sert bir konu, öyle değil mi? “Nasıl olur da böyle basit görünen bir konu, insanın hayatını bu kadar etkileyebilir?” diye düşünüyorsanız, yaşamını bildiğiniz, çocukluğunu tanıdığınız yakınlarınızın ve dostlarınızın hayatını bir hatırlayın. Hatta belki sizin de anne babanızdan farklı olduğunuz için kendinizi eksik hissettiğiniz zamanlar olmuştur. O zaman, bu küçük detayın insanın kendisiyle ilgili algısını ne kadar etkilediğini görebilirsiniz.
Mizaç ve Karakter Farklılıkları
Mizaç; insanın doğuştan gelen içsel eğilimleri, algı öncelikleri, motivasyon farklılıkları ve yaratılıştan gelen özellikleridir. Karakter ise bireyin kendine özgü, ayırt edici davranış ve özellikleridir. Her insan birbirinden farklı özelliklerde yaratılmış olup biricik ve özeldir. Çocuklarımız, bizim evlatlarımız olmalarına rağmen, bizden farklı mizaç ve karakter özelliklerine sahip olabilirler. İnsanlar; dışa dönük, sosyal, konuşkan, neşeli, girişken, insanlarla çok fazla etkileşimde olmayı seven ya da içe dönük, sessiz, sakin, kalabalık ve gürültüden hoşlanmayan, güven odaklı, çabuk sinirlenen, sabırlı, tahammüllü, zihinsel aktivitesi yüksek, hayal gücü kuvvetli, fiziksel harekette aktif gibi sayısız farklı özelliğe sahip olabilirler. Hiç kimse bir diğerinin tamamen aynısı değildir. Ancak majör özellikleri benzer olan kişilerin mizaç ve karakter olarak birbirine benzediğini düşünürüz.
Çocuklarımızda kendimize benzer özellikler gördüğümüzde onu anlamamız, empati yapmamız ve dolayısıyla kabul göstermemiz daha kolay olur. Muhakkak ki ebeveynler kasıtlı olarak kendine benzeyen çocuğunu daha fazla onaylama yoluna gitmez ama çocuğumuzda kendimizden, kendi çocukluğumuzdan izler gördüğümüzde, onun bir davranışı neden yaptığını daha kolay anlar ve bir sorun yaşadığımızda daha kolay çözeriz. Kendimize benzeyen çocuğumuz ile iletişim kurarken aşina olduğumuz, halihazırda var olan tutumlarımıza kolaylıkla başvurabiliriz. Ancak bizden çok farklı karakterde olan çocuğumuzla ilişki kurmak daha fazla emek ve kabul gerektirebilir. Onun bazı davranışları neden yaptığını anlamamız ya da bizden farklı olan yönlerini onun şahsına münhasır bir zenginliği olarak görebilmemiz için bilinçli bir farkındalığa sahip olmamız gerekir.
İster anne baba isterse öğretmen olsun; çocuklarla sağlıklı bir iletişim kurmak ve onlara güzel bir eğitim vermek isteyen kişiler için ilk adım, çocuğu tanımaktır. Çocukları tanımadan, onların ayırt edici özelliklerini, bireysel farklılıklarını anlamadan sağlıklı bir iletişim kurmak mümkün olmayacaktır. Çocuğumuzun özelliklerini bilmek, onu tanımak, farklılıklarını kabul etmek; yanlışlar yapsa bile hepsini onaylamak, “Ne yapalım, karakteri böyleymiş” demek değildir elbette. Sadece her çocuğu kendi gerçekliği içinde değerlendirmemiz ve yönlendirmemiz gerekir.
Hareket ihtiyacı çok olan bir çocuğu “hiperaktif” veya “yaramaz” diye etiketlemek yerine, ona gün içinde hareket edeceği alanlar açarak bu ihtiyacını karşılamaya gayret etmek önemlidir. Ya da konuşmayı çok seven bir çocuğu -saatlerce dinleyemesek bile- okuldan geldiğinde orada olanları anlatmaya çok ihtiyacı olduğunu ve konuşmadan rahatlayamayacağını bilerek, dinlemeye zaman ayırmalıyız. Üzüldüğünde, kırıldığında içine kapanan ve sıkıntısını önce kendi içinde çözmeye çalışıp sonra insanlarla duygularını paylaşmayı tercih eden bir çocuğumuz varsa, okuldan çok üzgün hatta ağlamış olarak geldiğinde, “Ne oldu, neden üzüldün, hemen anlat!” diye üstelemeyip biraz yalnız kalmasına fırsat vermeli, sakinleştiğinde onu dinleyip derdine ortak olmalıyız.
Bizler çocukların davranışlarını belki zorlayarak değiştirebiliriz ama fıtratını, mizacını değiştirmemiz pek mümkün değildir. Değiştirsek dahi bu, sağlıklı olmayacaktır. O yüzden onların farklılıklarını eksikleri gibi değil, yaratılıştan gelen zenginlikleri olarak görmeli ve yaratılışlarına saygı duymalıyız.
Fiziksel Benzerlikler
Çocuklarımızın bize fiziksel olarak benzemeleri de zaman zaman onları daha fazla sahiplenmemize ve daha yakın bağ kurmamıza neden olabilir. Bu durumda örneğin üç çocuktan birinin bize benzemesi, diğer ikisinin benzememesi; bunu fark eden çocuklar için dışarıda kalmışlık hissi oluşturabilir. Bu nedenle özellikle çocukların yanında “Küçük oğlum bana çok benziyor, diğerleri babalarına çekmiş” gibi ifadeler kullanmak çok sağlıklı değildir. Zira çocuklar için fiziksel benzerlik de o ebeveyne duyulan daha fazla yakınlık ve aidiyet demektir. Bu durumda “Annem küçük kardeşimizi daha çok seviyor çünkü o anneme benziyormuş” diye düşünebilirler. Bu tür ifadeleri kullanmak yerine, her çocuğun hem annesinden hem de babasından aldığı özelliklerin olduğunu vurgulamak daha sağlıklı olacaktır.
Fiziksel benzerlik konusu hafife alınmamalıdır; zira yetişkinlik çağında bile “Annemin bana kızarken ‘Aynı halana benziyorsun’ demesi ile yüzünde oluşan ifadeyi hala unutamıyorum” diyen insanlar olduğunu görmüşsünüzdür. İşin aslı çocuklar hep en çok sevdiklerine, anneye ve babaya benzemeyi isterler. Bu onlar için ebeveynler tarafından sahiplenilmenin ve kabul görmenin somut bir delili gibidir. Çocukların yanında bu konular açıldığında onların hem anneye hem de babaya benzediğini söylemek, “Gözleri annesine, elleri babasına benziyor” gibi örnekler vermek yeterli olacaktır. Bütünsel bir benzerlik yerine her çocuğun anneden ve babadan aldığı şeyler olduğunu hissettirmek çocuklar için daha güvenli bir algı oluşturacaktır.
Ortak İlgi Alanları ve Ortak Yetenekler
Çocuklarımızdan bazıları bizimle aynı ilgi alanlarına veya yeteneklere sahip olabilirler. Bu durum, onlarla güzel vakit geçirmemiz için yeni imkanlar sunar. Örneğin, babayla aynı spor dalına ilgi duyması veya anneyle aynı sanatsal becerilere sahip olması, birlikte bazı aktiviteler yapmamızı ve aynı şeylerden keyif almamızı kolaylaştırır.
Ancak her zaman çocuklarımızla aynı ilgi alanlarına sahip olamayız. Örneğin, gezmeyi ve hareketli etkinlikleri seven bir baba, çocuğuna “Hadi oğlum, seni oyun alanına götüreyim, trambolinde zıplarsın, en yüksek kaydıraklardan kayarsın” dediğinde, çocuk bu etkinlikler yerine baba ile birlikte çizgi film izlemek veya resim yapmak isteyebilir. Bu durumda, baba tarafından çocuğun isteğine anlayış gösterilmesi daha uygun olur. “Ben seni gezmeye götüreyim diyorum, sen çizgi film diyorsun. Biz küçükken babamız bizi gezdirseydi mutluluktan havalara uçardık” gibi bir cümle ile tepki vermek ise babanın çocuğunun kişiliğinin kendisininkinden farklı olduğunu görmezden gelmesine işaret eder.
Çok çocuklu ailelerde ise ailece yapılan aktivitelerde bazen bir çocuğun sevdiği yerlere gidilirken bazen de diğer çocuğun istediği yerlere gidilmesi sağlanabilir. Bu sayede çocuklar, ailenin tüm bireylerinin isteklerinin önemli olduğunu anlarlar ve zaman zaman diğerlerine uyum sağlamaları gerektiğini kavrarlar.
Anneden Kabul Görmeyen Çocuk
Çocuklarımızın bizden farklı olan yönlerini, önemsemediğimiz ilgi alanlarını eleştirirken şunları da düşünmek önemlidir: “Neden sürekli resim çiziyorsun, abin gibi dışarıda oynamıyorsun?” dediğimizde geleceğin büyük bir mimarının, “Bırak şu küçük parçalı oyuncakları, her yere dağılıyor, onun yerine ödevini yap” dediğimizde geleceğin mühendisinin, “Kitaplara dalınca her şeyi unutuyorsun, işin gücün masallar, biraz da matematik çalış” dediğimizde geleceğin yazarının önünü kesiyor olabilir miyiz? İnsan ne kadar başarılı olursa olsun, ne kadar güzel işler yaparsa yapsın, anne tarafından onaylanmamak ve takdir edilmemek kişinin içinde ömür boyu sızlayacak bir yara bırakabilir. Bu durumdaki bir yetişkin dünyalara sahip olsa bile, kendini tamamlanmış ve yeterli hissetmekte zorlanabilir. Babanın kabul ve takdiri de çok önemlidir ve benzer bir etkiye sahiptir; ancak anne tarafından kabul edilmemiş bir çocuğu kırk yaşında bile olsa gözünden tanıyabilirsiniz. Bu nedenle tüm çocuklarımıza sevgimizi eşit şekilde sunarken, her birini olduğu gibi benimsemeye, yaratılıştan gelen özelliklerini kabul etmeye de dikkat edelim. Çocuklarımızı güçlü ve zayıf yönleriyle, yetenekleri ve başarısızlıklarıyla, bize benzeyen ya da bizden çok farklı özellikleriyle sevmeye, onları kendi gerçekliği içinde değerlendirmeye ve bunları kabul ederek yolculuklarına eşlik etmeye özen gösterelim.
Diğer içerik yazıları için tıklayın
Yıllık Tecrübe
Anaokulu
Öğrenci
Oyun
E-Tema ile ilgili merak edilenler..
Detaylı Bilgi İçin Tıklayın.
Detaylı Bilgi İçin Tıklayın.
Detaylı Bilgi İçin Tıklayın.
Detaylı Bilgi İçin Tıklayın.
Detaylı Bilgi İçin Tıklayın.